Tuekish NY yazarı Ercan Aksoy, son günlerdeki GDO tartışmaları, ürünlerde tespit edilen GDO'ları ve toplumun tepkisizliğini değerlendirdi.
Dünya GDO pisliğine hızla bulaşmaya devam ederken ne yazık ki biz de bundan payımızı almayı ihmal etmedik. Nasıl ihmal ederiz, ne kadar güzel bir şey GDO. Koca koca ülkeler belki de insanlığın sonunu getirecek bir girişimde bulunurken onların hep kötü uygulamalarını örnek almaya hevesli vatanımız geri kalır mı hiç? Tabii ki geri kalmadık ve üzülerek belirtmek istiyorum ki sevgili “seyirciler” ve her şeye “seyirci” kalanlar sonunda GDO'lu ürünlerden tıkınmaya başladık! Afiyet olsun cümle sabiye, gence, yaşlıya, hamileye, memura, emekliye ve asgari ücretliye.
2 yıl önce çeşitli tartışmalar eşliğinde bir GDO kanunu çıkarılmıştı. Herkesin bildiğinin aksine bu kanunla GDO yasaklanmamış -buraya dikkat edin ve GDO ülkemizde yasak demekten vazgeçerek gerçeği görmeye başlayın lütfen- GDO'lu ürünlerin üretimi, ithali, kullanımı ve deneysel çalışmaları denetime ve izne tabii tutulmuştu.
5977 Sayılı Biyogüvenlik Kanunu aynen şöyle diyor efendim: “İnsan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı göz önünde bulundurularak GDO veya ürünlerinin ithalatı, ihracatı, deneysel amaçlı serbest bırakılması, piyasaya sürülmesi ile genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımına, bilimsel esaslara göre yapılacak risk değerlendirmesine göre karar verilir. Risk değerlendirme sonuçlarına göre risk oluşturmayacağı belirlenen başvurular için verilen kararın geçerlilik süresi on yıldır.”
Hadi şimdi de bazıları “Arkadaşlar galeyana-galetaya gelmeyin. Ülkemizde GDO yasak” desin! Galeta demişken ve konumuz genetiği değiştirilmiş organizmalarken geçenlerde Deşifre adlı haber programının Türklab ile ortak çalışması neticesinde galeta unu, hazır kıyma, buğday unu, İnegöl köfte, Adana köfte, çavdar unu, mısır cipsi, kakaolu krema ve mısır çerezi gibi ürünlerde GDO içeriğine rastlandığı gerçeğini öğrendik. Mehmet Ali Önel liderliğindeki ekip 30 ayrı üründen birer numune alarak Türklab yani Kalibrasyon ve Deney Laboratuvarları Derneği'ne götürüyorlar ve oraya bağlı laboratuvarlarda yapılan analizler sonucunda da 30 ürünün 8 tanesinde GDO içeriği tespit ediliyor.
İçinde GDO yani ülkemizde güya yasak olan “GDO” bulunan bu ürünler de öyle kıyıda köşede değil önemli marketlerde satılanlardan ve de günlük olarak fazlaca kullanılanlardan. Durun bunlar da yetmez; üstelik aralarında ünlü markaların ürünleri de var! Yani güzel bedenlerimize bu gıdalar aracılığıyla GDO girmiş olması kuvvetle muhtemel saygıdeğer “Sağlıklı yaşa sağlıklı öl” mottolu vatandaşlar.
Dünya çapında şu an 160 milyon hektar arazide GDO'lu tohum ekildiği ve bu kadar bir arazide üretim yapıldığı biliniyor. Tabii bu resmi olarak elde bulunan rakam. GDO tarımının yapıldığı arazilerde ekilen transgenik ürünlerin başında soya, mısır, kanola, pamuk ve papaya geliyor. Henüz sebze meyveye bulaşmış olmasa da birçok ülkenin bu konuda çalışmalar yapıyor olabileceğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Zira sağlık sektörünü yönlendiren ilaç üreticisi büyük firmaların hastalıkları ve tedavilerini yönlendirdiği gibi gıda sektörünün büyük firmaları da insanların beslenme ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçların nasıl karşılanacağını yönlendiriyor. Bu firmalar Kibar Feyzo'daki “Bütün köyün b..u burda toplanacak, köyümüzü b.k basacak diyen boşboğaz köylü gibi ortalığa sürekli korku kokuları salarak tarım alanları azalıyor, kısa süre sonra mevcut üretim yeterli olmayacak, insanlık ne yazık ki aç kalacak türünden mesajlarla dünyayı kendi projeleri etrafında toplanmaya çabalıyorlar.
Üç tarafı genetiği değiştirilmiş organizma severlerle çevrili ülkemize dönecek olursak şu anda GDO'lu ürünler hayvan yemi olarak bu topraklara elini kolunu sallaya sallaya giriyor; çünkü serbest. Yani kurban bayramında “Bismillah” diyerek bıçak vuracağınız kurbanlığınız önceki kurbanlıklarınızdan daha bahtiyar bir şekilde bu alemi terk edebilir. Hatta aman dikkat edin de hayvancıklar hazırladığınız bıçağı, satırı şunu bunu alıp da bir iki gün önceden kendileri intihar etmesin. Çünkü bizler farkında değiliz ama aldığınız o kurbanlık eğer GDO'lu yem yemişse bedeni bu garip ve yabancı maddeden dolayı zaten epeyce rahatsızlık duymaya başlamıştır ve canından olmayı bir kurtuluş olarak görebilir. Şunu hatırlatmakta yarar var, ülkemize GDO'lu ürünler şu an hayvan yemi olarak giriyor. Bir daha yazalım: Ülkemize GDO bir şekilde giriyor! 30 yıl sonra şimdiki yüzsüz bazı bilim insanları “Aaa hayvanların aldığı GDO'lu ürünler insan vücuduna da geçiyormuş, ama ilk zamanlar bilemedik tabii, ne yaparsın işte” derlerse şaşırmamak lazım.
Bilimi yalnızca dünyadaki büyük kartellerin yaptığı araştırma sonuçlarına ve onların söylemlerine inanmak olarak algılayan bir takım bilim insanımız hayvanın yediği şey hiç insana geçer mi ayol şeklinde basit bir savunma yapmaktalar. Fakat “ne yiyorsan osun” cümlesi sadece detoksçuların, etyemezlerin ya da enerjicilerin ilkesi şeklinde algılanmamalı. Gerçekten de ne yiyorsak oyuz ve vücudumuz yediklerimizden faydalı olanları nasıl alıyorsa zararlı olanları da -mecburen- almakta.
Tüm bu tartışmalar sürerken ülkemizdeki yerli ve yabancı firmaların temsilcileri bir dernek adı altında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na gidip “Sebebi ziyaretimize gelirsek, Allah'ın emri peygamberin kavliyle GDO'lu eciş bücüş ürünleri vatanımıza istiyoruz” demişler. Bu görüşmeye hangi firmalar gitti, sonucu ne oldu henüz bilemiyoruz ama yakında kokusu ortaya çıkar (umarız).
İlk etapta kendilerine izin verilmeyince galiba bazıları da rahat durmamışlar ve hükümete-bakanlığa ve de vatandaşa hissettirmeden yavaştan yavaştan GDO'lu ürünleri ülkeye sokmaya başlamışlar. Deşifre Haber Programı'nın yaptığı araştırmada 8 adet GDO'lu ürünün ortaya çıkması bunun bir kanıtı niteliğinde. Gerçi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri bilimsel bir numune alımı ve incelemesi olmamıştır, bu sizin bulduğunuz GDO sayılmaz diyerek hem Mehmet Ali Önel'i hem de Türklab yetkililerini eleştirmekten beter ettiler ve de komik bir şekilde GDO'yu ancak biz buluruz demeye getirdiler ama iş öyle bir hale geldi ki sonunda kendileri de itiraf etmek durumunda kaldılar.
Gelelim işin en can alıcı noktasına. Tamam Deşifre programı ve Türklab'ın bulduğu GDO, GDO olmasın. Fakat şimdi okuyacağınız satırlara kimse karşı çıkamayacaktır. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdür Yardımcısı Sayın Ahmet Kavak önce halk sağlığı konusunda cesur adımlar atan ve sessiz kalan birçok araştırmacının aksine yüksek sesle gıda konusundaki yanlışlıklarla, sahtekârlıklarla mücadele eden Mehmet Ali Önel'i ve Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Sayın Kemal Özer'i sanki kötü bir şey yapıyormuş gibi eleştirdi sonra da ne yazık ki tam da Önel ve Özer'in ısrarla vurguladığı şeylerin ülkemizde gerçekleştiğini kendisi açıkladı. Bakanlığın yaptığı bilimsel araştırma sonuçlarına göre tamı tamına 22 adet üründe GDO'ya rastlanmış. Evet bu kesin bir bilgi çünkü Bakanlık yetkilisi açıkladı.
22 üründe GDO tespit edilmesiyle birlikte Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı savcılığa suç duyurusunda bulunarak yargı sürecini başlatmış. Konu bildiğimiz kadarıyla şu anda savcılık aşamasında. Bakanlığı bu çalışmasından dolayı tebrik etmek gerekiyor elbette. Çünkü dünya çapında organize bir şekilde ve oldukça güçlü hareket eden GDO şebekesine karşı mücadele etmek kolay değil. Onları yenmek bir süre sonra imkânsız hale gelecek olsa da günümüzde insan sağlığı açısından engelleme politikalarının uygulanması takdire değer. Fakat Bakanlık'tan beklenen tıpkı damacana faciasında olduğu gibi GDO konusunda yapılan incelemelerin de vatandaşa tüm açıklığıyla bildirilmesidir. Yani bu 22 ürün hangileridir, hangi firmalarındır derhal web sitesi aracılığıyla teşhir edilmelidir. Üstelik teşhir, ürünlerin yalnızca firma ve marka isimlerinden ibaret olmamalı görsel örnekleriyle de yapılmalıdır. Vatandaş markaların yüzlerce ürününden hangisi GDO içeren ürünler arasında hangisi değil açıkça görmelidir. Başlığa da Aykut Oray'ın ruhunu şad ederek “Vatandaşı kazıklamayacaksın sayın abicim!” diye yazılmalıdır.
Yukarıdaki paragrafın özeti GDO'yla tanışan hayvanlarımızın ardından ben, sen, o, biz, siz, onlar grubuna giren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının birçoğu da GDO'lu ürünlerden afiyetle yemiş olabilir.
Ülkemizdeki taklitçileri geçtik ama dünyadaki GDO projesinin esiri olmuş bilim insanlarının GDO'nun hiçbir zararı olmadığına dair açıklamaları bir yana dursun Fransa'da yapılan ve hakemli bir dergide yayımlanan araştırmanın sonuçları da çok ilginç. Detaylar için meraklıları Google Ana'ya başvurabilirler diyerek burada konunun sadece özetini aktaracak olursak bilimsel ismiyle “sıçanlar” üzerinde yapılan deneyler sonucunda GDO'lu ürünlerle beslenen bu hayvanlarda ölüm sürecinin hızlandığı, karaciğer-böbrek gibi yaşam için temel teşkil eden organlarda ciddi sorunların oluştuğu, kanser riskinin, tümör sayılarının ve büyüklüklerinin arttığı ortaya çıkmış. Üstelik tüm bu acı sonuçlar yetmemiş bir başka önemli sonuç da onlara eşlik etmiş; bu hayvancıkların iki üç nesil sonra üreme yetenekleri büyük sekteye uğramış.
Peki bundan sonra ne yapılabilir? GDO'nun bir tsunami olduğu düşünülürse kaçmanın imkânı olmadığı daha iyi anlaşılabilir. Tabii aklınızı ve kaynaklarınızı kullanmayıp doğal tohum yerine tek kullanımlık hibrit olanını tercih ederseniz, tarım ülkesi değilseniz ve dışa bağımlıysanız ya da tarım ülkesi olduğunuz halde dışa bağımlı hale gelmek için elinizden geleni yapıyorsanız, ekonomik açıdan kendi kendinize yetemiyorsanız GDO'dan kaçmanız kolay gözükmüyor. Fakat yakın geleceğe yönelik olarak yapılabilecek birçok şey yanı başınızda sizleri bekliyor. Örneğin, hükümete ve bakanlığa GDO'lu ürün istemediğinizi bildirmek, GDO'nun ülkeye girişi için kirli bir çalışma içerisinde olan o allı güllü yerli ve yabancı firmalara tepki göstermek ve çocuklarınızın-torunlarınızın sağlığını korumakla yükümlü olduğunuzu hatırlamak bunlardan birkaçı olabilir. Elbette toplumda bir farkındalık oluşturmak için kanaat önderlerinin ve sivil toplum örgütlerinin de bu konuda harekete geçmesi gerekiyor. Daha yakın bir gelecekte yapılabilecek şey ise Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkililerinin de duyacağı şekilde GDO'lu ürün sattıkları tespit edilen firmaların açıklanması ve en ağır şekilde cezalandırılmaları için sesinizi yükseltmek; firmalar açıklanırsa da yargıya başvurmak olabilir.
2006 yılında çıkarılan ve yürürlükteki 5553 sayılı kanın kadim / atalık /ananevi / eski / fıtrî / tabii tohumlarla ilgili pek çok konuda yasaklar getiriyordu. Genetik yapısıyla oynanıp hibrit adı altında satılan tohumları dayatan ve tabii tohumlara yönelik yasak getiren kanunun değişmesi için CHP, TBMM'ye teklif sundu. Gıda Hareketi olarak tüm siyasi partilere bu teklifi destekleme ve bir an evvel kanunlaştırma çağrısı yapıyoruz.
Alman ilaç ve kimya devi Bayer, yabani otlara karşı kullanılan glifosat maddesinin kansere yol açtığı gerekçesiyle hakkında açılan davalarda anlaşma yoluna gitti. Bayer, davacılara 10 milyar 900 milyon dolar ödeyecek.
Türkiye’de GDO’lu tohumun üretim ve satışı yasak olmasına rağmen büyük bir skandal ortaya çıktı. Tarım ve Orman Bakanlığının her türlü deneme ve incelemeleri yapılarak satışına izin verilen belgeli tohum da bile GDO tespit edildi.
Karpuzun içindeki çatlaklar çok büyük bir tehlikenin habercisi olabilir. Bu çatlaklar, forchlorfenuron adındaki büyümeyi artırıcı kimyasalın sonucunda oluşuyor.
Fransız bilim adamlarının yaptığı araştırma, günde fazladan 100 mililitre şekerli içeceğin, kansere yakalanma riskini yüzde 18 artırdığını gösterdi.
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesinde bir grup bilim insanı, deney hayvanlarıyla yaptığı çalışmada, yayık tereyağının 'öğrenmeyi olumlu etkilediğini', 'margarinin ise 'depresyonu tetiklediğini' tespit etti. Kaynak: Bilim adamları margarin, ayçiçek yağı, zeytinyağı ve tereyağını inceledi sonuç şaşırtıcı
Akredite laboratuarda yaptırdığım analiz sonuçlarında aflatoksin içermeyen süt bulamadım. Tamamen önlenebilir bu durum üretici hatası olup, sütü işleyen firmalarla hiçbir ilgisi yoktur.
Ülkemizde, dünya sığır ırkları listesine girmiş 4 ana sığır ırkı bulunmaktadır.
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi'nin dünyada bir benzeri daha olmayan Ambalajlı İçme Suları Raporu yayınlandığında başta su firmaları olmak üzere Sağlık Bakanlığı'nın saldırısına maruz kalmıştı. Suç duyurularında bulunulmuş ancak savcılar Gıda Hareketi yetkililerini haklı bulmuştu.
Yorum Yap
Yorumlar